8 Eylül 2009 Salı

Yazgısı öngörülemeyen hayatlar

Ofiste masam artık hemen camın yanında ve sokakla bu kadar iç içe çalışmak beni son derece keyiflendiriyor. Hele de şu an olduğu gibi dışarda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, şimşek çakıyor, gök gürlüyorsa ve ben önümde sıcacık bir bardak çayımla birlikte bir yandan cama vuran yağmur tanelerini izleyip bir yandan da hazırlamaktan çok keyif aldığım bir dosyayı yazıyorsam keyfime diyecek yok demektir.

Eylül... Bana çok özlediğim yağmurlarımı, toprak kokusunu getirdin ve sen de çok çok hoşgeldin! Keşke bu kadar kısa sürmesen, hemen bitip gitmesen. Ama neyseki senin ikiz kardeşin olan Ekim'i de çok seviyorum ben.

Bir önceki yazıma yorum bırakan sevgili Sıdıka "toprak kokunu saklaman dileğiyle" diye hoş bir not düşmüştü. Toprak kokum hala duruyor sanırım Sıdıka ve çok sevdiğim bu yağmurlar yağdıkça daha da bir keskinleşiyor; keyfimden neredeyse genzimi yakıyor.

----

On gündür her sabah beynimde tek bir cümleyle uyanıyorum. "Yazgısı öngörülemeyen bir hayat" yaşamak istiyorum. Herkesin hayatta belli düsturları olur. Ben benimkini 29'umda buldum sanırım. Nerden mi? İşte burdan:


Tatil dönüşü otobüs yolunda başladığım bir kitaptı Kirpinin Zarafeti. Yollarda kitap okumayı o kadar özlemiştim ki, dönüş yolunda gündüz yolculuğunu seçmem uzun zamandır unuttuğum bir keyfi yeniden hatırlatmıştı bana. Hele de molalarda yanında sıcacık demli bir bardak çay eşliğinde otobüsün kalkmasını beklerken sırtımda çantam bir gezgin misali elimdeki kitaba gömülmek, hayatta neleri ihmal etmememi, neleri yapmazsam ben olmaktan çıkma noktasına geldiğimi bir bir gösterdi bana.

Ve işte bu anlarda elimdeki kitabın Kirpinin Zarafeti olmasının bir tesadüf olup olmadığını düşünüyorum şimdi. Hayatta hiçbir şey tesadüf değil aslında. Bazen enerjimizle kendimize o enerjiyi tamamlayacak olan şeyleri çekiyoruz. Bavulumu hazırlarken kitaplığımdan hiç de düşünmeden Kirpinin Zarafeti'ni çekmiş olmam bir tesadüf değildi. Sadece benim enerjimle kitabın enerjisi buluşmuş ve okunma zamanını o belirlemişti.

Tutkuyla bağlanmama rağmen hayatımda en yavaş okuduğum kitap oldu Kirpinin Zarafeti. Önce satırların altını çizmeye başladım. Baktım ki olmayacak bütün kitabı çizmem gerekiyor, not mu alsam acaba dedim ama hangi birini not alacağım ki? Ama sonra ne altını çizdim ne de not aldım okuduklarımı. En önemlisinin beynime kazımak olduğuna karar verdim. Ancak o zaman içime işleyebilirdi, ancak o zaman hayatımın düsturu olabilirdi.

Kitabın 12 yaşındaki minik kahramanı, hayatın çok tekdüze, sıkıcı ve aynı olduğuna inanan, özellikle de burjuva insanların tamamen şablon yaşamlar yaşamaya mahkum, hayalleri için mücadele etmek yerine pazarlıksız hayatın verdikleriyle yetinen insanlar olduklarını düşünen son derece zeki bir kız çocuğu. Ve madem yaşamın kuralları ve gidişatı bu kadar belli, evlenme yaşı gelince evleniliyor, çocuk doğurma yaşı gelince çocuk, işe girme yaşı gelince işe giriliyor ve bunları kişi gerçekten istediği için değil, toplum öyle dayattığı (ama bu dayatmanın farkında bile olmadan) için yapıyor o zaman ne anlamı var yaşamanın gibisinden bir düşünceye sahip.

Ama bir gün çok sevdiği Japon komşusunun bir yaşındaki minik yeğeniyle karşılaşıyor. Hayatını, yaşama bakışını değiştiren anlardan biri... Çocuğun çevresiyle, büyükleriyle, etrafındaki eşyalarla kurduğu ilişkide ve gözlerinde başka bir ışık olduğunun farkına varıyor. Ve kendi kendine bu çocuğun yazıgısını tahmin etmeye çalıyor. Annesinin, babasının, ablasının etrafındaki ufak çocukların hepsinin yazgısına, gelecek yaşamlarına dair tahminler yürütebilirken bu çocuk hakkında bunu yapamayacağına karar veriyor çünkü onda hayallerinin peşinden koşabilme, gelişime ve süprizlere açık olabilme, rutin ve dayatma olan her şeyden uzak durabilme gücü olduğunu görüyor. Onun aslında bir birey olarak "kendisini" yaşayabilmek için son derece özgür olduğunu anlıyor. İşte bu Paloma için bir kırılma anı. Öngörülemeyen hayatlar yaşama isteği...

Bu satırları okuduğum andan beri bunu düşünüyorum. Yaşamın güzelliğinin bu öngörülememezlikte olduğunun farkındayım. Ve farkındalıklarım arttıkça yaşama olan arzum ve heyecanım da artıyor.

"Son üç yılda en mutlu göründüğüm anlarımda bile hiç bir zaman tam olarak, sapına kadar, katıksızca mutlu olmadım ben"... Bu, yakın bir zamanda kendimle ilgili konuşurken en sevdiğime söylediğim bir cümleydi. Ta derinlerimden biliyorum ki, artık en mutlu görünmediğim anlarımda bile mutluyum ben. Ve en önemlisi de heyecanlıyım. Yapmak istediğim, yapacağım şeyler için heyecanlıyım. Hayatın karşıma çıkaracağı yeni süprizler için heyecanlıyım. Ve kendimi tanımamı sağladığı için, geldiğim bu noktaya beni getirdiği için yaşadığım tüm sıkıntıları bile hayatın bir hediyesi olarak görüyorum. Bunlar olmasaydı kendimi tanımak için bu kadar uğraşmayacaktım, bunu çok iyi biliyorum.

Şimdi yeni değişimler başlıyor hayatımda. Yeni bir döneme giriyor ve yeni yollara yöneliyorum. Heyecanım ve enerjim öyle yüksek ki, sanırım benzer enerjideki insanları da etrafıma çekiyorum. İş yerimin bana kazandırdığı en güzel şey, mükemmel insanlar tanımak oldu. Ve durmaksızın bunlara yenileri ekleniyor. Harika insanlarla tanışıyorum. Diyorum ya, ya ben enerjimle onları çekiyorum, ya da onlar kendi enerjileriyle beni/bizi buluyorlar. Bir ay önce böyle bir noktaya geleceğimiz söylenseydi asla inanmazdım. Ne dersin kozmoz? Herşey iyice bir yoluna mı giriyor ne?