16 Kasım 2010 Salı

Tırsmak mı, o da ne?

Fırından burnunuza doğru usul usul tüterek minik muffin kağıtlarının içinde kabarmakta olan bir browni kokusu kimin ruhuna ama elbette önce midesine hitap etmez? Benim gibi tatlıyla hiç arası olmayan tuzlu-sever bir şahsiyeti bile en azından kokusuyla kesinlikle kendisinden geçirmeyi başarır. Başardı da.

Bayrama girmeden önceki son dersimiz, ilk günden bu yana gördüğümüz ilk pastacılık dersimizdi. Browni, tiramisu, beyaz çikolata ve frambuaz sosları ise günün reçeteleri olarak ellerimizden öpmekteydi. Gerçek bir İtalyan tiramisusu öğrenecek olmamız beni en başından heyecanlandırıyordu zaten. Çok tatlı sevmesem de tiramisunun o kahve ve kakao tozu karışımı koyu tadını severim.

Heyecanla şefin etrafında toplaşmış 25 kişilik meraklı göz, yumurtalar, glikozlar, çikolatalar, mascarpone peynirleri, pastacılık kreması vs... Birlikte nasıl güzel bir karışım oluşturuyorlar ve ben her seferinde birbirlerine karışan malzemelerin büyüsünü gördükçe mutfağı neden bu kadar çok sevdiğimi bir kere daha anlıyorum. Artık ne yumurta sadece yumurta, ne çikolata sadece çikolata... Birleşince bambaşka bir kimlik, bambaşka bir varoluş yaratıyorlar.

Tiramisu kremasını hazırlarken şefimizin söylediği şu cümle yemek aşkının nasıl bir şey olduğunu anlatıyordu aslında: "Daha gençken, bu işlere girmemişken, gerçek bir tiramisu yapmayı bilen ilk kızla evleneceğim derdim, baktım olmuyor, kendim pastacı olup yapmaya başladım." Güldük. Kim inkar edebilir yemeğin afrodizyak etkisini? "Şef olmanın en güzel yanı, dostlarına öğrendiklerini pişirdiğinde yüzlerinde oluşan hazzı görmektir" diye yazmıştım geçenlerde bir yerde. Eskiden de bu duyguyu biliyor olsam da, geçenlerde çok keyifli bir dost sofrasında yüzlerde oluşan ifadeleri bir kere daha görmek bu cümlenin çıkmasına neden olmuştu. Bütün şeflerin kanında olan bir virüs bu. Evet, içinde bolca ego barındıran, ama belki de hayattaki en keyif veren egolardan biri.

Tiramisuları hazırlayıp dinlenmeleri için buzdolaplarına istifledikten sonra başladık browni harçlarını hazırlamaya. O çikolata kokusu inanın hala burnumda. Üstelik bunu söyleyen, hayatta asla bir sıra çikolatayı bile aynı anda yiyemeyen, içi bayılan biri. Ve sonra fırından gelen o kokular, kabarmış, üstü çatlamış, içi hafif ıslak kalmış esmer güzelleri... Beyaz çikolata ve frambuaz soslarıyla buluştuklarında oluşan o eşsiz manzara... Görüntüyle sarhoş olmak neyseki bana yetiyor:) Evde bu tatlıları görünce bayram edecekleri düşündükçe ayrı bir keyiflendim o gün.

Bütün bunları, bu keyifleri, hazları anlatmamın bir nedeni var aslında. O neden, bir kitap. Anthony Bourdain adında Amerikalı bir şef tarafından yazılmış Mutfak Sırları... Sınıftaki arkadaşlardan birinin tavsiyesi üzerine başladım ve on gün elimden bırakamadım. Aşçılığa başladığı 70'li yıllardan itibaren kendi mutfak macerasını, mutfaklarda dönen bütün dolapları, insan hikayelerini, güç mücadelelerini, erkek egemen dünyanın acımasızlığını , bu dünyada ayakta kalabilmek için yapılması gerekenleri anlattığı acayip keyifli, kabul ediyorum biraz tırstırıcı, coşkulu, komik, trajik bir kitap çıkarmış ortaya Anthony Bourdain.


Kitabı okuduğum on gün boyunca, bir numaralı kitap okuma alanlarım olan yollarda ne kahkahalar attım; bir ben, bir de beni yollarda görenler bilir:) Elimde kolumda çantalar, bıçak setleri sabahın köründe şef olmaya azmetmiş aşçılık okula giden bir yeniyetmenin okuduğu kitap eğer Mutfak Sırları olursa, inanın insanın gireceği mutfağa bakışı kesinlikle değişmeye başlıyor. Yaptığı işin gerçeklerini kavramak adına Mutfak Sırları, yüzlerce tokat atıyor suratınıza, hem de en Osmanlı olanından.

Peki neden bunca zorluğa rağmen (kitabı okuyun, ne demek istediğimi anlarsınız) bir çok insan büyük bir aşkla nesillerdir bu işi yapıyor ve hâla pek çok insan bu işi yapmak için (özellikle son yıllarda artan bir hızla) girişimde bulunuyor? İşte o da, en başta yazdıklarım yüzünden. Ne kadar yorulursanız yorulun, yumurtayla şekeri çırparken oluşan o gittikçe beyazlaşan sarımsı renkten, çikolataları eritirken çıkan o ilahi kokudan, bir sote tavasına dökülen şarabın çıkardığı o muhteşem cızırtıdan, patates/un/yumurta/peynir karışımıyla oluşabilen ve sadece sizin hayal gücünüzle istediğiniz şekli verebileceğiniz bir hamurdan ve daha nicelerinden alacağınız haz, mutfağı böylesi bir tapınağa dönüştürüyor. Onlarca, yüzlerce malzeme, yaratmak ve yeniden yaratılmak için sizin ellerinizi, zihninizi ve ruhunuzu bekliyor. Tapınağa giriyor ve günler geceler boyu, ağız tatlarının doyurulmasını bekleyen insanoğullarına lezzetler yaratıyorsunuz.

Bu işle profesyonel olarak ilgisi olsun olmasın herkese Mutfak Sırları'nı öneririm. Gerçekten eğlenceli bir kitap. Sunday Times tarafından "Stephen King romanlarından bile daha çekici" olarak yorumlandığını söyliyeyim, artık siz karar verin:)

Üstelik kendime idollerimi bile seçtim, bundan sonra kim beni durdurabilir? Artık benim idolüm iki fare. Biri mutfağa en çok yakışan aşçı fare Remy (Ratatouille), diğeri de kitap yiyen entel serseri fare Firmin. Aşçılık yolunda ilerliyoruz, o tamam. E kitap yeme konusunda da en azından mecaz anlamda bir eksiğim olmasa gerek:)

Üstelik ben farelere olan aşkımı böylesi dillendirirken dün bir dükkanda karşıma resimde görülen kupa çıktı. Kupanın üzerinde şirin mi şirin bir fare ve kupanın kenarına asılmış bir başka minik farecik... Rafta onlarcası diziliyken sanki sonuncuyu alırmışçasına bir kapışım vardı ki kendim bile güldüm halime. Bir bu kupa, bir de yine resimde görülen anahtarlık çok mutlu etti beni dün. Omzunda çantası ve bavulu sanki her daim gitmeye hazır, başında kırmızı şapkası, boynunda atkısı, başı dik, sadece önüne, ileriye, uzaklara bakan bir kız... Nedense kendime o kadar benzettim ki, avcuma alıp bir daha da bırakmadım anahtarlığı. Nedeni belli aslında, sormaya gerek yok. Şimdi kupamda sütlü kahve, etrafımda yanan mumlar, masamın üzerinde kendimle özdeşleştirdiğim anahtarlığım, gecenin bir yarısı bu yazıyı yazıyorum.

Benim tiramisu ve brownilere ne mi oldu? Büyük bir kısmı, bende olmayanın da onda toplandığı kadar tatlı düşkünü olan annemin, azıcık bir kısmı babamın, kuzenin, anneannenin, teyzenin ve çok sevgili iki arkadaşın midesinde:)

7 yorum:

Leylak Dalı dedi ki...

Yemek yapma konusunda olmasa da yemek ve yemek kültürü kitaplarına ayılıp bayılma konusunda eşleşebiliriz Zerocum. Yemek yapmaktan daha doğrusu damak zevki klasiğin dışına taşmayan hane halkına yemek yapmaktan yoruldum. Ben şık bir sunumu ve güzel sofralar kurmayı seviyorum artık (gerçi o sunuma konu olan yemekleri de ben yapıyorum, orası da ayrı bir hikaye ya:))Ama sağıma soluma konusu yemek olan kitapları yığsınlar ben mestolayım:) (mümkünse şu andaki gibi diyetteyken değil)Senin yemek sınıfına da en azından izlemek için bir girmek isterdim doğrusu.
Sözettiğin kitabı okumuştum ve ben de çok sevmiştim, zaten bu tür bir kitabı sevmemem mümkün değil, bir ara Oğlak Yayınlarının bu serisini sürekli alırdım, şimdi işi tarife döktüler pek rağbet etmiyorum. Bu seriden oyuncu Esin Eden'in "Neler Yedim Neler, Maydonozlu Köfteler" diye bir kitabı vardır o da pek güzeldir.
Aman bu yorum blog yazısı gibi oldu. Firmin'i okuyup Ratatouille'yi seyretmiş biri olarak kupana ben de bayıldım. Lale, sen ve ben bir Fareseverler Klübü kurabiliriz (sanal olarak mümkünse:) Keyifli okumalar dileğiyle sevgiler...

zeynep dedi ki...

Zerom, Anthony Bourdain'in seyahat ederek farklı ülkelerin yemeklerini tattığı No Reservations programının bir ara hastasıydım. Kendisinden oldukça hoşlanıyorum :))
Bu kitabı da gene öyle güzel anlatmışsın ki, ilk fırsatta alıp okumaya çalışacağım. Bu arada bu güzel yazın, Berlin'deki bu soğuk ve yağmurlu günde içimi sıcacık yaptı. Yazını okurken inanılmaz bir tatlı krizine girdiğimi de itiraf etmeliyim.

www.macerakitabim.com dedi ki...

Sevgili Zeren,
Ne guzel anlatmissin.Blog yazim ise yaradi ve cikolata kenti Bruggeden yaziyorum sana.Daha once Parisde tadina baktigim Bruksel midyesini bu sefer yerinde tatma firsatim var.Remy ile oglum sayesinde tanisip yuzlerce kez seyrettikten sonra Parisde bir kafenin dis mekaninda ayaklarimin ucunda tanistim kendisiyle.Tatli bayramlar diliyorum sana.

laleninbahcesi dedi ki...

Zero, mutfağa bir yolculuk gözüyle bakarım ben... şimdi senin bu lezzetin sırlarına yaptığın yolculuğu acaip bir keyifle izliyorum... Benim Anneannemle ilgili çok keyifli komik yemek hikayelerim var... Benim Anneannem seferberlik görmüş kadın...Sonradan çok varlıklı olması bile onu seferberliğin etkisinden kurtaramadı... Bizim en ufak yemek kırıntısı bıraktığımızı görse - siz hiç seferberlik görmediniz mi* diye bize kızardı. Biz de tabiki görmedik Ananee diye kahkahalar atardık. Bir gün onun seferberlik tariflerini toplasam keşke bir araya... Hele bir tanesi varki akıllara ziyan...
Kitap listeme girdi bile... Bu gün yolum D&R dan yana düşecek mutlaka bakarım...
Sevgilerim ve iyi bayramlar dileklerimle...

Tijen dedi ki...

Zeren'ciğim,
Mutfak Sırları ile ilgili bir anım var. Oğlak Yayınları'nın sahibesi Senay kitabı çevirtmeye karar verdiğinde bana sordu yapar mısın diye, bir bakayım dedim. Ama o kadar çok argo var ki ve ben Amerikan argosundan o kadar uzağım ki yok dedim ben bunu yapamam. Sonra başka biri çevirmişti. Etkileyici bir kitap değil mi? O günden beri pazartesi günü restoranda yemek yemeyi pek düşünmem. (Neyse ki et yemiyorum!)

zero dedi ki...

Sevgili Leylak Dalı Esin Eden'in "Neler Yedim Neler, Maydonozlu Köfteler"ini not ettim. çok keyifli bir kitaba benziyor gerçekten internetten baktığım kadarıyla. Zaten profesyonel bir mutfakta yemek yapmak evde yapmaya gerçekten hiç benzemiyor. O kdar alengirli malzemelerle ve mutfak aletleriyle çalışıyoruz ki ev mutfağında o malzemelere ulaşmak oldukça maliyetli olur. Ve mekan sadece yemek yapmak üzerine kurgulandığı için de çok keyifli. Ben de yapmak kadar yemeğin ve mutfağın hikayesini de çok seviyorum. Çok ilginç bir şekilde kilo vermek konusunda hiç zorluk çekmiyorum buraya başladığımdan beri:) ben de diyetteyim halbuki, ama öyle bir koşturmaca içindeyiz ki gidiveriyor kilolar:))Fareseverler Klubü fikrini çok sevdim bu arada:))

Zeynepcim Anthony Bourdain etkilenilmeyecek adam değil:)) Sen gel ben senin tatlı krizini geçiririm canım:)

Özlemcim ne güzel, çok sevindim senin adına. Ben tahmin ediyordum eşinin seni hayalkırıklığına uğratmayacağını:))Tattığın her yeni lezzette beni de düşün lütfen diyeceğim ama dönmüş bile olabilirsin ben bu yorumu yazana kadar:) olsun... kocaman sevgiler sana..

Sevgili Lalem, mutfak benim için de bir yolculuk... Annanenin tarifleri, anıları ne kadar da güzeldir kim bilir. Valla öyle bir kitabın böyle keyifli bir üsluptan nasıl bir şaheser olarak çıkacağını düşününce keyifleniyorum. Keşke yapsanız öyle bir şey:))

Sevgili Tijen, gerçekten kitaptaki argo doruklarda:) ama çok da keyifli bir üslup katmış kitaba, çünkü belli ki adamın dili bu, bu da samimiyet olarak yansımış. en azından ben okurken çok eğlendim:) Gerçekten insan o kadar şey öğreniyor ki mutfaklara dair. Henüz bir mekanda çalışmamış olmama rağmen daha şimdiden bu kitap sayesinde pek çok şey öğrendim. bakalım bizim başımıza nasıl maceralar gelecek:))

Ece dedi ki...

zevk dolu bir insan... her zevkinde ayrı ayrı bir detay. fareleri çok severim, bardağını mağazada kapmak için hamle yaparken hayal edebiliyorum seni Zerom:) enerjine bayılıyorum, güneş gibisin. içimi ısıtıyor her yazın, her sohbetin! senin okuduğun her kitabı okumak istiyorum. elbette bunu da:) öpücük.