8 Nisan 2011 Cuma

Yine Nisan, yine kararlar...

"Gitmeme izin verecek kadar beni seven Mary Roy'a atfolunur" diye imzalamış Küçük Şeylerin Tanrısı romanını Arundhati Roy. Çok beylik bir laf olsa da pek bir etkiledi bu ithaf beni nedense. Sanırım etrafımda tanık olduğum sevgilerin hemen hepsinin (sevgili, arkadaş, anne-çocuk sevgisi vs.) içinde çok az özgürlük barındırıyor olduğunu görmekten kaynaklanıyor bu. Bağımsız, saf sevgiler değil pek sevgilerimiz. Koşullara ve "eğer"lere pek bir bağlı, bağımlı.

Küçük Şeylerin Tanrısı aldı bu aralar baş ucumdaki yerini. Bazı kitapları ismi okutur, bazı kitapları arka kapak yazısı, bazı kitaplarıysa yazarı... Bu romanda benim için sanırım önce yazarın kendisi, sonraysa ismi öncelikli oldu.

Arundhati Roy, tüm zorluklara, baskılara rağmen düşüncelerini yazmaktan hiç çekinmemiş, çok güçlü bir Hintli yazar. Sadece Hindistan'da yaşanan yerel yaşam zorluklarının, baskıların ötesinde tüm dünya sorunlarına karşı tavır almış, tarafını belirlemiş bir dünya insanı... Ve işte acaba tüm bu kimliklerinden dolayı mı romanına böyle güzel bir isim verebiliyor diye düşünmeden edemiyorum. Artık hayattan alabildiği keyifleri hep küçük şeylere indirgemeye çalışan biri olarak çok fazla incelik barındıran bir isim Küçük Şeylerin Tanrısı.

İzin günlerimde dostlarla Nevizade'de sokaktaki masalardan birine tüneyip iki tek atabilmek, sohbeti peynire, peyniri anason kokusuna katık etmek, bu aralar hayatımın en keyifli küçük şeylerinden. 30 yaşından sonra mutfak sınırları içinde şimdiye kadar hiç tanışmadığı 'ben'lerle tanışan, kendine dair keşiflerde bulunan bendenizin keyiflerinin kokusu da daha bir keskinleşti sanki. Eskiden keyif aldığımı bildiğim şeylerin bile verdiği haz daha bir başkalaştı, kokusu, ruhu değişti.

Stajın son aylık virajına giriş yapmışken önüme nasıl heyecanla bakıyorsam geriye de bir o kadar hayret, gurur ve heyecanla bakıyorum. Geçen yıl bu zamanlar hayatımı yeniden sil baştan kurabilmek için nasıl köklü kararlar alma noktasındaysam hayat yine tam bir yıl sonra beni önemli kararların eşiğine getirdi.

Geçen Eylül'de profesyonel olmak adına başlayan mutfak maceram, iki aydır gerçekten bir fiil çalışan, üreten, direk müşterilerle bağ kurulabilen, hazırladığınız tabağın hemen müşterinin önüne gittiği bir mutfakta çalışmamla bambaşka, çok daha gerçekçi bir noktaya ulaştı. MSA'daki eğitim sürecimiz çok önemli ve doyurucuydu ama şu iki ayı yaşadıktan sonra aslolanın gerçekten bir mutfağın içinde çalışmak ve bu tecrübeyi yaşamak olduğunu söyleyebiliyorum.

"O kadar istekli, azimli, çalışkan, sağlam bir duruşu olan ve mesleğe çok doğru yaklaşan bir halin var ki, eğer istersen seninle çalışmayı çok isteriz, kapımız her zaman sana açık. Ama başka concept'teki restoranlarda çalışmak istersen de her zaman seni tanıdık şeflerin yanına göndererek destek olmak isterim". Bu sözleri şefimden duymanın benim için önemini, bende nasıl derin bir etki ve gurur yaşattığını imkanı yok tarif edemem. Bunları duydukça geriye gitmeden, tüm yaşadıklarımı gözümün önünden geçirmeden edemiyorum.

Şimdi dediğim gibi bir karar aşamasındayım yine. Nasıl ve hangi yolla devam etmek istediğimin kararı... Bu süreçte hep hayatın enerjisinin karşıma getireceklerine güvendim ve bu güvenin beni hep güzel yerlere getirdiğine şahit oldum. Yine biraz içimi dinlemek, bana sunulanları çözümlemek ve buna göre bir yol çizmek istiyorum.

Şimdi "yayınla" tuşuna basıp bu yazıyı yayınlayacak ve çok yorucu bir mutfak günü için yola koyulacağım. Bugünkü shift'im 12.00-21.00 ve cuma haftanın en ama en zor günlerinden biri. Aç olan/olmayan herkesi beklerim efendim:)