25 Haziran 2012 Pazartesi

"Bin ömür verseler binini de burada yerim ulen"*

Kaç kilidi çevirdi kitaplar hayatımda? Sert virajların her birinde direksiyonda bir kitabın satırları olmadı mı hep? Kimi zaman gelip tercihsizce beni bulan, kimi zamansa özellikle benim tercih ettiğim...

Kirpinin Zarafeti deyince örneğin, üç yıl önceye denk gelen, hayatımdaki tüm taşların oynamaya başladığı o yaz gelir aklıma. Bana çok iyi gelen bir yolculuğun dönüş yolunda, bir otobüs koltuğunda okuduğum o romanın ardından, hayatımın o andan sonrasının hiç de öngördüğüm gibi geçmeyeceğini bir ses fısıldamıştı sanki kulağıma. Bir yanım inkar etse de, artık kilit dönmüştü, değişim istiyordum delice. Ve aradığım değişimin, hayatta ne olarak var olmak istediğimden çok, ne olarak var olmak istemediğimin cevapları olarak kusmuştu o kitap yüzüme. Öngörülemeyen hayatlar... Evet, hayatımın standart bir kalıba hapsolmasını istemiyordum.

Şimdi, parçası olmak istediğim o öngörülemeyen hayatın, hiç öngörmediğim bir yazını yaşarken bir kitap esti geçti yine hayatımdan. Üç dört gün sürdü sürmedi, bitiverdi. Daha elime gelmeden sezmiştim başıma gelecekleri; almıştım o dağın çok özlediğim esintisini, sularının serinliğini. Kitabın adı İdeon Tanrıların Yolu, yazarı Orhan Bahtiyar.


Eski adı İdeon, yeni adı Kaz Dağları olan benim memleketimin başrolde olduğu bir roman okuma fikri bile o kadar güzel gelmişti ki kitap elime geçmeden önce. Ezelden beri bu toprakların onlarca, yüzlerce efsaneye, mite gebe olduğunu ama bunun ne yazıktır ki edebiyatta çok az kullanıldığını düşünmüşümdür. Hele de Kaz Dağları... Adımınızı attığınız her toprak, yüzünüzü yıkadığınız her su, meyvesinden çaldığınız her ağaç bir masalın, efsanenin, mitin kahramanı çıkabilir. Dikkatli olmalı, nereye bastığınızı, hangi taşı kaldırdığınızı iyi bilmelisiniz. Kalbinizi salt görünen gerçeklerin sığlığına hapsetmezseniz, o dağın, taşın, suyun, toprağın size hiç susmadan masallar anlatacağına yemin edebilirim.

Dört küsür yılda bu sayfa o bölgenin hayatımda ne kadar önemli bir rolü olduğunun hikayelerine şahit oldu pek çok kez. Ve ilk defa elimde bana İdeon'un masalını anlatan bir roman tutuyor olmak, üstelik de uzun yıllar o bölgede yaşamış, dolayısıyla ruhuna da, kalemine de dağların rüzgarından çok şey katmış bir yazardan... Datça'dayken Kaz Dağları'nı, 31'imdeyken 21. yaşımı, Knidos'un efsanelerini dinlerken Sarı Kız'ınkileri özlemek gibi oldu bu sefer benimkisi.

Hep içimden geçirdiğim bir düşüncedir: keşke her memleketin bir Ursula Le Guin'i olsa; toprağın fısıldayacağı onca efsaneyi, gizi, kulaktan kulağa anlatıla anlatıla büyüyecek hikayeleri duyacak, üstüne de bunları kendi hayalgücüyle harmanlayacak kalemler... Havaya karışıp gitmeden kağıda yapıştırsa ağacı, meyveyi, orman kuytularındaki göletleri, tabiat kadar doğal insanın evrenle uyumlu yaşam akışını... Biliyorum çok çok farklılar - neden aynı olsunlar ki zaten - ama bir ilk romanla böylesi bir denemenin altına girmek, yirmi yıla yaklaşan oradaki yaşamını, hatta belki teşekkürünü İdeon'a kelimelerden bir armağan gibi sunmak, çok kıymetli bir çaba, hem edebiyat adına, hem Orhan Bahtiyar'ın kendisi adına.

Roman içinde bir romanla karşılaştım aslında okurken. Ya da belki roman içinde bir masalla demeliyim. Çünkü kitabın beni asıl etkileyen ikici kısmı kesinlikle bir masal tadındaydı benim için. (Bu aralar, elleri ağzında kucağında oturduğu dedesinin anlık uydurma masallarını hayretle dinlediği zamanları hatırlayıp anan ve 4-5 yaşlarında etrafındaki kalabalık masalcı topluluğunu özleyen Zeren'e, tam da zamanında göklerden gelen bir armağandı belki bu roman, olamaz mı? Üstelik kitapta tereddütsüz en sevdiğim karakter Yorgan Dede'nin koca göbeği, askıları ve bembeyaz sakallarıyla benim dedemin birebir tarifi olduğunu kim inkar edebilir?)

İdeon'un son satırları, balkon ve ben... Bir de görünmeyen, gözümdeki birkaç yaş...

İkinci Dünya Savaşı'nın son zamanlarında birbirinden çok farklı karakterlerdeki bir grup Alman ve Amerikalı, sonucu itibarıyle herkesin başına gelmesini dileyebileceği, ama ilk etapta korkunç bir tesadüfle yeryüzünde bir cennete düşerler. Bize farklılıklarımızla birlikte yaşayamayacağımızı, ancak kutuplaşıp gettolaşarak yaşayamanın mümkün olduğunu sürekli kodlayan bu dünya düzeninin tersine, farklılığın zenginleştiren güzelliğini anlatıyor Orhan Bahtiyar. Çünkü o da suyunu içtiği topraklardan biliyor bunu.

Kaz Dağları'nın doğal güzelliğini yıllar boyu yaşamış biri olarak kitapla birlikte dolaştığım tüm patikalarda, göletlerde birebir yaşadım tekrar o güzellikleri. Gün doğumu ve gün batımının gerçekten bir şölen gibi yaşandığı dağlara o kızıllıkların nasıl güzel yakıştığı ve bunu kelimelere ancak böylesi özümsemiş birinin dökebileceği tereddütsüz bir gerçektir.

Mevsim kahverengiye dönerken Datça dönüşü çok özlediğim o topraklara uğramak, bu romandan sonra iyice farz oldu. Burhaniye, Ören, Kaz Dağları rotalı bir İstanbul yolculuğu ancak azaltabilir Datça'dan ayrılışımın burukluğunu. Üstelik kitabı okuyup okudukları yerleri görmek isteyenlere yazarından güzel de bir jest olabilir belki. Kendisi zamanı ayarlanırsa kitabı eşliğinde okuyucularıyla o suların peşinden akmaya, Zeus'un mabedine tırmanmaya, köylerde en güzel kahvalatılarla sizi buluşturmaya, zeytin diyarının ölümsüzlüğünün sırrını vermeye talip:) Tamam sonuncusu biraz abartı olmuş olabilir ama hayat, masallarla güzel değil mi?:)

*Başlıktaki cümle o coğrafyanın insanı, bizzat kanlı canlı bir kitap kurduna aittir. Kitabı okursanız, kendisiyle de tanışırsınız.

10 yorum:

laleninbahcesi dedi ki...

Zerooo, başlığı görünce eyvah eyvah dedim. Zero'yu kaptırdık Datça'ya:) ama neyseki Ören, Kazdağları hepimizin... Kitap okunacak elbette ki.

zero dedi ki...

Lale ablacim inan terazi Datca ile Kaz Daglari arasinda gidip geliyor. Bir onceki yazida sana yazdigim cevabi bi okuyuver, Orhan Bey'le tanisma sansim da oldu, kendisi cok nazik ve guzel bir edebiyat insani. Once hep birlikte İst'da Oyuncak Müzesi'nde biraraya gelip (orayla ve Sunay Akin'la da derin bir gonul bagi var kendisinin) sonra Kaz Dagları'na guzel bir gezi düzenleyebiliriz. Operim cok:)

Adsız dedi ki...

hayat masallarla güzel kesinlikle....

atalet

A-H dedi ki...

Basligi gorunce Zero Datca'ya temelli yerlesti herhalde dedim :)))
Kitabi merak ettim bak simdi.
Bu arada merak etmeden de duramiyorum bir ben miyim Kirpinin Zarafeti'nin yordugu :))

zero dedi ki...

Masalsız olmaz Atalet Abla... Rengi kalmaz hayatın..

Canim A-H muhakkak oku İdeon'u. Sonra bir firsatini buldugunda yolunu Kaz Daglari'na dusurmeden edemeyeceksin:) Kirpinin Zarafetine gelince.. Hayir rahat ol, ilk sen degilsin:) ama iste belki ihtiyac meselesi. O romanda sorguladigi seyler benim icin o kadar onemliydi ki. Evet okumasi ciddi emek ve dikkat isteyen bolumler vardi ama hayatlarimizin oznesi olmaktan ciktigimizi hatirlatmasi bana o donem cok gereken birseydi. İnan bana saka degil. Acayip bi etkisi oldu hayatimda. Okuduktan sonra hicbisey eskisi gibi devam etmedi hayatimda. Son 2yilda olanlari da biliyorsun zaten:)) sevgiler cok.,

www.macerakitabim.com dedi ki...

Zeren, bilmediğimiz bir yazarla tanıştırıyorsun bizi demek:) Sağolasın ama ben senin cümlelerine de vurgunum bilesin, hem de çok...
Hep içimden geçirdiğim bir düşüncedir: keşke her memleketin bir Ursula Le Guin'i olsa; toprağın fısıldayacağı onca efsaneyi, gizi, kulaktan kulağa anlatıla anlatıla büyüyecek hikayeleri duyacak, üstüne de bunları kendi hayalgücüyle harmanlayacak kalemler...
Bayıldım, biri de sen olabilir misin acaba, ne dersin?
...ve izninle bu paragrafı not ediyorum defterime.
Sevgiler

Pusulasız Hayat Kitap Sesleri dedi ki...

Zero'cum çok güzel bir kitapla tanıştırdın beni çok teşekkür ederim canım
sevgiler ...

zero dedi ki...

Özlemcim izin ne demek aşkolsun:) Yeni yazar keşfetmek güzeldir bilirsin, hiç görmediğin bir memlekete yolculuk gibi. Bu kitabın özellikle ikinci bölümünde, en çok çocukken çok hissedilen ama büyüyünce özlenen böyle sarmalayıcı bir şefkat vardır ya, aynı o duygu var. Isındım yemin ederim. Kitabı oku, sonrasında bilgim olsun, yazarıyla tanıştırma sözü de benden:)) Bonus:))

Sevgili Hayat İzlerim, ne demek benim için büyük zevk:)

Adsız dedi ki...

Dell Laptop Teknik Servis şirketi olarak paylaşımlarınızı çok beğendik , başarılarınızın devamını dileriz.

Madamella dedi ki...

Yazıya, fotoğraflara ayrı bayıldım, fotoğraftaki deftere -ki ben defter gibi gördüm- ona ayrı bayıldım :)